Kaynakta Kesinti“, “Tevkifat“, “Stopaj” (Stoppage, En.)

Kamu otoritesi, bazı gelir türlerine ilişkin gelir vergisinin ödenmesi sorumluluğunu geliri elde edene değil gidere katlanana yüklemektedir.

Dolayısıyla bu gibi durumlarda üçlü bir ilişki meydana gelmektedir: Geliri elde eden vergi mükellefi, vergi kesintisi yapıp ödemeyi gerçekleştiren vergi sorumlusu, vergiyi tahsil eden kamu otoritesi.

Bu kapsamda olan en yaygın kazanç türü ücret geliridir. Bu geliri elde eden kişi sayısının fazla olması, verginin işveren tarafından hesaplanarak ödenmesini daha pratik bir yöntem yapmaktadır.

Aynı şekilde serbest meslek kazancı ücret benzeri bir gelir olması dolayısıyla üzerinden tahakkuk ettirilen vergi, kazancı elde edenden değil gidere katlanandan alınmaktadır.

Serbest meslek erbabı düzenlemiş olduğu makbuz üzerinde stopaj oranını ve tutarını göstermek zorundadır. Dolayısıyla vergi sorumlusu aslında verginin hesaplanmasından ve kesilmesinden değil, sadece ödenmesinden sorumlu olmaktadır.

Kira gelirinde durum biraz daha karmaşıktır. Kiraya veren ve kiralayan vergi mükellefi değil ise bir stopaj mevzu bahis olmamakta, kira geliri elde eden, kira kazancı üzerinden hesapladığı vergiyi beyan edip ödemektedir. Kiracının vergi mükellefi olmadığı ama kiraya verenin vergi mükellefi olduğu hallerde de durum değişmemektedir.

Kira geliri elde eden bir kişi istisnalar hesaba katılmazsa hem gelir vergisi hem emlak vergisi ödemektedir. Bu kişilerin vergi mükellefi olmamasından kasıt, ticari veya esnaf faaliyetlerinin olmaması dolayısıyla bu faaliyetlerle ilgili vergilere tabi olmamalarıdır.

Ancak kiracının vergi mükellefi olduğu durum gelir idaresi açısından ücret ve serbest meslek kazancı gibi düşünülmekte ve kira gelirini elde eden mülk sahibini, verginin kesilip devlete ödenmesinden sorumlu tutmaktadır.

Örneğin 800 TL net kira bedeli karşılığı kiralanan bir ofisin, vergi mükellefi kiracıya maliyeti 800 * %20 = 960 TL olmakta, ofis sahibi 960 TL kirayı tahsil etmekte ve 160 TL’yi bir sonraki sene mart sonu ve temmuz sonu olmak üzere iki taksitte ödemektedir.

Bu noktada enflasyon dolayısıyla paranın elde tutulmasından doğan avantajı ve vergi mükellefi mülk sahibinin fatura düzenlemesi dolayısıyla ortaya çıkacak KDV’yi göz ardı ediyoruz.

Ücretler açısından vergi mükellefi-sorumlusu ayrımı daha tartışmalıdır.
İş sözleşmelerinde çalışanlar tabi olarak ellerine geçen net tutarı ücret olarak dikkate almaktadırlar. Ücret (ve AGİ) haricindeki tüm ödemeler (SGK primi, ücretten alınan gelir ve damga vergisi vb.) gerçekte işverenin katlandığı maliyetlerdir. Yani işveren için personel gideri kabaca ikiye ayrılmaktadır; işçiye ödenecek net ücret ve bu ücretten doğan devlete yapılacak tüm ödemeler.

Ayrıca söz konusu ödemelerin yapılmaması durumunda işçi sorumlu tutulmamaktadır. Eğer ücretten alınan verginin yükümlüsü ücretli ise ödenmemesinden neden sorumlu tutulmamaktadır? Yani teoride ücretli vergi mükellefidir ama pratikte vergi mükellefi işverendir.

İşveren için ücret ve devlete ödenen prim ve vergiler gider unsurlarıdır ve eğer ödenecek gelir veya kurumlar vergisi varsa bundan mahsup edilmektedir. Yani sonuçta zaman maliyeti gözardı edilirse, işçilerin işverene maliyeti, çoğunlukla hasılatı düşüren bir unsur olmamaktadır.

Son olarak, yazımızın konusunu teşkil etmemekle beraber gelir idaresinin bazı sektörlerde yaşadığı tahsilat sorununu aşmak için getirdiği tam ve kısmi (KDV) tevkifat(ı) usulünü, yukarıda anlattığımız gelir vergisi kesintisi ile karıştırmamamız gerektiğini not etmek isteriz.

Aynı şekilde dar mükellef kişi veya kurumlardan (yabancı kişi veya şirketlerden) sağlanan ve Yurt içinde yararlanılan hizmetler üzerinden hesaplanan KDV’nin gelir idaresine ödenmesi de ayrı bir tevkifat şeklidir. Ancak bu örnekte de vergi sorumluluğu teorik nitelik taşımaktadır.

Örneğin Google Ads reklam hizmeti karşılığında Google firmasına yapılan ödeme üzerinden hesaplanan KDV tamamen hizmeti alanı ilgilendirmekte, Google firmasının bundan haberi bile olmamaktadır.